Subscribe to Updates
Get the latest creative news from FooBar about art, design and business.
Yazar: admin
Çok eski zamanlarda birbirine düşman iki ülke varmış. Ülkelerden birinde Keloğlan adında zekası ile ünlü bir delikanlı yaşıyormuş. Keloğlan çok zekiymiş ama bir o kadar da tembelmiş. Çalışmayı hiç sevmiyor, zamanını tembellik yaparak geçiriyormuş. Keloğlan’ın yaşadığı ülkenin padişahı düşman ülkeye ne zaman bir elçi gönderse kafası kesiliyor ve bir daha geri dönemiyormuş. Bu durum öyle bir hal almış ki padişah düşman ülkeye gönderecek elçi bulamaz olmuş. Ama çok önemli bir haber yollaması ve savaş ilanını bildirmesi gerekiyormuş. Hemen ülkede tellallar dolaşmaya başlamışlar. “Ey ahali duyduk duymadık demeyin, padişahımızın fermanıdır. Komşu ülkeye gidecek cesur bir elçi aranıyor. Gidip de dönmeyi başaran…
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde uzak diyarların birinde Keloğlan ve annesi yaşarmış. Kocasını seneler önce kaybeden kadıncağızın tek dayanağı Keloğlan’mış. Ama Keloğlan da tembel ve haylaz bir çocukmuş. Annesine hiç yardımcı olmuyormuş. Kadıncağız hem tarlada çalışıyor akşam olduğunda ise eve geliyor; yemek, bulaşık derken daha fazla yoruluyormuş. Annesi Keloğlan’ın kendisine yardımcı olması için dil döküyormuş ama nafileymiş. Bir gün yorgun argın yatağına uzanmış düşünüyormuş. Bu şekilde düşünürken birden aklına şahane bir fikir gelmiş. Sanki kendi kendine söyleniyormuş gibi Keloğlan’ın duyacağı şekilde konuşmaya başlamış: “Allah’ım bana güç kuvvet ver. Şu tarlayı sürebileyim, içindeki hazineyi çıkartayım da bitsin artık bu fakirlik,…
Zeki aynı zamanda çok meraklı olan Keloğlan’ın bu dünyada en büyük isteği dünyayı gezmekmiş. Annesine: “Ben dünyayı gezmek, yeni yerler görmek istiyorum.” diyormuş. Keloğlandan başka kimsesi olmayan kıt kanaat geçinmeye çalışan kadın ise oğlunun bu isteğine gülüyormuş. Yaşı henüz küçük olan çocuğuna: “A benim kel oğlum keleş oğlum biz karnımızı doyurmaya para bulamıyoruz. Ne dünyayı gezmesinden söz ediyorsun. Sen artık bir iş bul çalış da şu yaşlı annene bak!” diyormuş. Keloğlan ise annesinin sözlerine aldırmıyor iş aramıyormuş. Bunun yerine gündüzleri kırlarda dolaşıyor ağaçların altında oturup hayaller kuruyormuş. Geceleri de rüyalarında atların üzerinde dağları aştığını, gemilere binerek denizleri aştığını görüyormuş. Kurduğu…
Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde küçük şirin bir kasabada en az o kasaba kadar şirin olan Keloğlan yaşıyormuş. Bu Keloğlan’ın annesinin dışında kimsesi yokmuş. Anacığıyla Keloğlan fakirlermiş. Üstelik Keloğlan artık büyümüş bir delikanlı olmuş ama hala çalışmıyormuş. Sadece gezmek, eğlenmek istiyormuş. Annesi ona: “Artık büyüdün çalış bak çok zor durumdayız. Evde yiyecek bir lokma bir şey yok.” dese de bir türlü söz dinlemiyormuş. İşin kötüsü o yıl kurak geçmiş ve zaten küçük olan tarlalarından yeterli verim alamamışlar. Günler günleri kovalamış ve bir gün gerçekten de evlerinde yiyecek hiçbir şey kalmamış. Evde yiyecek bir şey olmayınca…
Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde çok uzak ülkelerden birinde Keloğlan adında zeki, dürüst, iyi kalpli bir çocuk varmış. Keloğlan’ın bir gece uykusu kaçmış. “Aman gideyim de şu kaçan uykumu yakalayayım.” diyerek evinden dışarı çıkmış. Gecenin bir yarısı herkes uykudaymış ve sokaklar da pek sessizmiş. Keloğlan boş ve sessiz sokaklarda uykusunu ararken evin birinden sırtında çuvalı ile hırsızın çıktığını görmüş. Uykusunu aradığını unutan Keloğlan bu kez de hırsızı takip etmeye başlamış. Hırsız gitmiş, Keloğlan gitmiş. Bir süre böyle peş peşe yürüdükten sonra bir eve gelmişler. Hırsız evin kapısını açarak içeri girmiş tam kapıyı kapatacakmış ki karşısında Keloğlan’ı görmüş. “Sen…
Çok eski zamanlarda yeşil şirin bir köyde Keloğlan adında bir çocuk yaşarmış. Bu çocuk dürüst, cesur aynı zamanda çok da iyi kalpliymiş. Asla hayvanlara zarar vermezmiş, zarar veren insanlara da engel olurmuş. Bu şirin Keloğlan’ın tek bir kusuru varmış o da çalışmayı sevmezmiş. Ama çok da meraklıymış, gezmekten yeni yerler görüp yeni şeyler öğrenmekten çok hoşlanırmış. Günlerden bir gün Keloğlan dolaşmaya çıkmış. Kırları, ormanları aşmış. Çok yorulan Keloğlan karşısına çıkan ırmağın kıyısında bir ağaca yaslanmış, dinlenmeye başlamış. O kadar yorgunmuş ki uzandığı yerde uyuyakalmış. Uyuyup dinlenmeye çalışan Keloğlan’ı balıkçının zafer çığlıkları uyandırmış. Keloğlan bir de ne görsün, ırmağın kıyısında bir…
Çok eski zamanlarda ülkenin birinde karısı vefat eden kral çok güzel bir kadınla evlenmiş. Güzel kadın ülkenin kraliçesi olmuş. Kralın bir de güzeller güzeli kızı varmış, prensesi ülkede herkes çok seviyormuş. Ülkede prensese aşık olan bir kişi daha varmış o da Keloğlan’mış. Keloğlan prensese aşıkmış ama çok fakir olduğu için hiç umudu da yokmuş. Günler böyle geçerken güzel prenses dermansız bir hastalığa yakalanmış. Prenses sürekli halsizmiş ve ayrıca hiç durmadan da uyuyormuş. Kral ülkedeki bütün doktorları saraya çağırmış hepsi prensesi muayene etmiş ama çare bulamamışlar. Prenses günden güne eriyor ve daha çok uyuyormuş. Doktorlar prensesin derdine derman bulamayınca kral tellallarını…
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde köyün birinde sevimli zeki ama bir o kadar da tembel bir Keloğlan yaşarmış. Bu Keloğlan’ın annesinden başka kimsesi yokmuş. Annesi çalışıyor, çabalıyor ama tek başına evi geçindiremiyormuş. Keloğlan da artık büyümüş, bir delikanlı olmuş ama onun aklı fikri oyunda, gezmekte, eğlenmekteymiş. Anacığına hiç yardım etmiyormuş. Kadıncağız tek başına böyle çabalarken bir gün hasta olmuş. Keloğlan’a: “Yavrum bak görüyorsun ben çok hastayım çalışamıyorum. Evde de yiyecek bir lokma bir şey yok. Hadi git bir işe gir çalış da eve ekmek getir.” demiş. Keloğlan aslında hiç çalışmayı istemese de anacığına hak vermiş. Köyde dolaşıp iş ararken…
Keloğlan çok zeki ama aynı zamanda tembel, okula gitmeyi hiç sevmeyen bir çocukmuş. Annesi ne yaparsa yapsın oğlunu bir türlü okula gönderemiyormuş. Keloğlan okula diye çıkıyor ama kırlarda koşuyor, oynuyor ve bütün zamanını bu şekilde geçiriyormuş. Keloğlan’ın annesi ne kadar uğraştıysa oğlunu okula göndermeyi başaramayınca son çareyi Bilgecan Dede’nin yanına gitmekte bulmuş. Keloğlan’ın annesi Bilgecan Dede’nin yanına gitmiş ve derdini anlatmaya başlamış. “Bilgecan Dede biliyorsun aslında Keloğlan çok zeki bir çocuk ama bir türlü okula gitmiyor. Ne yapacağımı şaşırdım olsan olsan sen derdime derman olursun ne olursun yardım et”. demiş. Bilgecan Dede, Keloğlan’ın annesini dinlemiş ve başlamış konuşmaya: “Merak etme…
Eski zamanlardan birinde uzak bir ülkede Keloğlan adında bir delikanlı yaşarmış. Keloğlan dürüst, iyi kalpli ama tembel bir delikanlıymış. Annesinden başka da kimsesi olmayan Keloğlan’ın günleri kırlarda dolaşarak, türküler söyleyerek ve arkadaşları ile oyunlar oynayarak geçiyormuş. Keloğlan’ın en yakın arkadaşı ise uzun siyah saçları, badem gözleri, beyaz teni ile adeta prenseslere benzeyen Balkız’mış. Balkız güzeller güzeli olmanın yanında Keloğlan’ı da çok seviyor ve günün büyük bölümünü onunla birlikte geçiriyormuş. İkisinin çocukluğunda başlayan arkadaşlıkları yıllar geçtiğinde Keloğlan delikanlı, Balkız genç kız olduğunda da bitmemiş. Bir gün Balkız canı sıkkın suratı asık bir şekilde Keloğlan’ın yanına gelmiş. Keloğlan: “Hayırdır Balkız ne oldu?…